• BIST 10058.47
  • Altın 3027.356
  • Dolar 34.8634
  • Euro 36.6577
  • İstanbul 10 °C
  • Ankara 8 °C

Bütün kainatı var eden Allah, kovid-19 karşısında aciz mi? (Mehmet Emin AKIN yazdı)

Bütün kainatı var eden Allah, kovid-19 karşısında aciz mi? (Mehmet Emin AKIN yazdı)
Mehmet Emin Akın'ın koronavirüs hakkında kaleme aldığı yazı, bir çok sorulara cevap niteliği taşımakta.

(1)
Prof. Dr. Hilmi Demir'e ait “Kovid-19 Salgını İnanç Dünyamızı Nasıl Etkileyecek?” (https://www.timeturk.com/salgin-inanc-dunyamiza-nasil-etki-edecek/haber- ) adlı makalesini okuyunca, birilerinin dillerinin altında sakladıkları baklayı çıkarma zamanında olduğumuzu düşünerek aşağıdaki yazıyı kaleme alma gereği duydum.

Kovid-19 salgının oluşturduğu panik üzerinden insanların kanaatleri ve yönelimlerinin geleceğini okumaya çalışan Demir, sosyolojik bir okuma ve değerlendirme diyebileceğimiz önemli ve de tehlikeli bir gerçeğe parmak basıyor. O da Türkiye’de ve diğer birçok ülkede artık dinin işlevini tamamladığı ve insanlığın tarihinde yeni bir döneme ve bilinmez ufuklara doğru ilk adımların attığını söylemek istiyor. Özetle demek istiyor ki; olayları, düşünceleri ve gençlik hareketini iyi okuyun; gelecek dönem dinsizlik ve tanrı tanımazlık dönemi olacak. Zira “Din” denen inanç sistemlerinin artık teknoloji ve yapay zekanın eriştiği bu noktadan sonra, insanlığa sunacağı bir şey kalmamıştır. Bilim artık dinin yerini alacak, din artık insanların problemlerine çözüm sunan bir kaynak olmaktan çıkıyor. Tabii Prof. Demir’in niyetini bilemeyiz, o dini revizyona yahut restorasyona mı davet ediyor veya gençliğe deizm ve ateizm yolunda akıl mı veriyor bunu bilemeyiz.

Hasılı Prof. Demir, yeni dünya düzeninde inançların ve dinlerin nasıl hizaya getirileceğinin bir resmini çizmektedir. Prof. Demir'in tespitleri, basit birer tahmin ürünü değil, üzerinde yüzyılı aşkındır kafa yorulan bir proje. Din algısının, din adamları (!) hakkında değerlendirmelerin ve de bu vesileyle dine bakışın değişeceğinden haber veren bu yazıda, sanki hazır bir projeden alıntılar yapılarak bilimsel ve sosyolojik bir sistemin adeta gelişinden mi söz ediliyor? Doğru mu, evet doğru. Peki, buna hazır mıyız yani kabullenecek miyiz yoksa bu yeni durumla çatışıp savaşacak mıyız? Kovid-19 gerçeği, daha nice saklı ve tehlikeli gerçeklere gebe, bunu gelecek günlerde hepimiz göreceğiz. İslam ülkelerinin hem siyasî rejimleri hem de eğitim müfredatı üzerinde ABD ve İsrail’in baskıları sonuç vermiştir. Suudi Arabistan, dini müfredatın kökünden değiştirilmesi için ABD’nin dediklerini tamamen kabullenmiştir. Hatta camilere tayin edilecek imamlara kadar birçok proje ABD Dışişleri Bakanlığının uzmanları ve CIA tarafından belirlenmektedir. Bu uğurda on binlerce imam ve üniversite öğretim görevlileri görevlerinden alınmış ya ev hapsine zorlanmışlar ya hapsedilmişler ya da ülkeye alınmamaktadırlar. Artık kadınlar araç kullanabiliyor, Riyad, Cidde hatta Mekke’de batılı çıplak satanist şarkıcılar konser vermekte ve içki serbest kılınmakta ve deniz kenarlarında kadın erkek birlikte denize girilecek plajlar açılmakta. Bunları zamanında ayrıntılı ve belgeli olarak sayfalarımda paylaştığım için uzatmaya gerek görmüyorum.

Evet, onlarca yıldır İsrail ve ABD İslam ülkelerinde dini müfredatın batılı laik ve liberal (aslında Tevrat’ı ve İncil’i koruma projesi) din anlayışına göre yeniden yazılması için derin bir çalışma yürütüyor.
Gayeleri; Allah’a ve İslam’a dair akidemizin, İslami ilimlerin tarihi dini varlık ve keyfiyetini Müslümanlara öğretmemize engel olmak için İslami müfredatı yeniden yazmak, düzenlemek ve “Dinler arası Diyalog” dedikleri Vatikan projesinin önünü açmaktır.

Yazıda sosyolojik tespit adı altında dünyayı ve dinleri Siyonizm'e ve Hıristiyanlığa göre yeniden şekillendirmek isteyen gücün ardında neyin ve kimlerin var olduğuna hiç değinilmiyor. Ancak gençliğin şimdi Milenyum ‘da (!) neleri arzuladıkları ve neye inanacaklarına ağırlık veriliyor. Acaba bu tespitler neyi amaçlamaktadır? Eğer İslam'ın bilim karşısındaki konumu için endişe taşıyan bir arayış olsaydı, çözümünü ya da alternatifini de sunması gerekirdi, diye akla gelmiyor değil.

Buradan da anlıyoruz ki, uzun yıllardır İslam ülkelerinde ( Batı'da bu süreç hermenötikle tamamlandı. Bizde de son kerteye yaklaşıldığını zannediyorlar ) hangi planın yürütüldüğü ve kimlerin hangi amaçla yıllardır, Türkçe ibadet, Türkçe Kur'an, yılın her ayında haccetme, kurban kesmeme, tesettürün dinin emri olmadığı, kadın ve erkeklerin aynı safta namaz kılmaları, kadının imamlığı, gerçek cihadın sosyolojik bir çaba olduğu, cennet ve cehennemle ilgili ayetlerinin gerçek değil mecazî olduğu, mirasın Kur'an'da adalet ve eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürenler bu günlere hazırlık yapmışlar.
Kadiyaniler, Muhammed Esed, Ehl-i Kur'an denilen zümreler ve İslamcı (!) Natüralistler ve daha burada adını vermeye gerek duymadığımız birçok düşünce, felsefi ve Bâtıni akım (Bahailer, İsmaililer bu projenin taşıyıcıları ve ortakları olarak İslam’ın ABD'nin ve AB'nin istediği bir çerçeveye oturulması için mühendislik çalışmalarını aralıksız sürdürmekteler. Buna rağmen, Müslümanların çoğunun bunu idrak etmekten çok uzak olduklarını görüyoruz.

 

Türkiye’de Y. Nuri Öztürk, Muhammed Esed vb. zihniyette olan birçok yazar ve akademisyenin Kur’an’ı İslam’ın tek kaynağı olduğunu iddia edip hadis ve sünnete karşı geliştirdikleri Kur'an İslam’ı (!) Kur'an'ı Roma kanun mecmualarına benzetme çabalarıydı. Anlayan anladı anlamayanların büyük bir kısmı ise halâ anlamıyor. Eğer Müslümanlar, Allah’ın yardımının gelmesine iman ediyorlar ve İslam’a biçilen kefenin bu Bâtıni modernist, akımların öncülüğünde yapıldığını unutmamalıdır.
Bundan kurtuluşun ve felahın da ancak Allah’a ve Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) iman, itaat ve Rasul’ün sünnetine ittibada olduğunu yeniden hatırlamaktır.


(2)
Uzun yıllardır İslam ülkelerinde (Batı'da bu süreç hermenötikle tamamlandı bizde de son kerteye yaklaşıldığını zannediyorlar) İslam'ın dönüşüme uğratılması için TV ekranlarında, bir çok üniversitede ve başını BM ve AB'ye entegre edilmemiz uğruna uyum yasalarının çıkarılması ve bu uyumu gerçekleştirmek için çeken kurumların, İslam’ı ilahî kimliğinden tecrit etmek için nasıl işbirliği yapıp seferber olduklarını görmedik, görmezden geliyoruz.

Bunun en açık misali Türk Medeni kanununda yapılan değişikliklerdir. 6284 no' lu yasayı, İstanbul Sözleşmesini hükümetin kayıtsız ve şerhsiz olarak kabulü, bunun hayata geçirilmesi için yasal düzenlemelerin yapılması, milletvekili yaşının on sekize çekilmesi, eşcinsel evliliklere devletin ve yasal kurumların ses çıkarmaması, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” denen İslami ahlakı, aileyi yıkacak olan masonik düzenleme ve uyarlamaların aslında, “Korona virüs (Kovid-19) salgını öncesi ve sonrası hakkında kehanette bulunan bir çok kimsenin bildiği kanaatindeyim. Fakat bizim gafil olduğumuz en öldürücü gerçek; İslam tarihine ve Müslümanca bir hayata son verecek olan gelişmelerin de burada gizli olduğunu göremeyişimizdir.

Deizm, batılı istihbarat örgütlerinin ve siyasî aklının arkasında bulunduğu özellikle de internet ve sosyal medyada yayılan bir akım ve yeni dünya düzenine geçiş ideolojisidir.
Gençlerimizi ve ailelerimizi İslam'dan uzaklaştırmak için; sekülerizmin din dışı olmadığı, cennet ve cehennem gerçekliğinin olmadığı, ahiret aleminin bir rüya ve manevî bir hal olduğu, kaderin bir yanılma, İslam devleti diye bir meselenin Kur'an'da olmadığı gibi şeytani fikirler, propagandayla görevlendirilmiş olan bazı tv kanalları tarafından gece gündüz topluma servis ediliyor.
(3)
“Korona virüs sonrası dinlerin geleceği nasıl olacak?" sorusunun zaten cevabı da İslam'a karşı her sahada verilen savaşı bilmekte saklı. Bütün Arap ülkelerinin okullarındaki İslami müfredat İsrail ve ABD tarafından değiştirilmiş, hatta S. Arabistan, Ürdün, Mısır, Umman, Suriye, Tunus, Cezayir ve Fas’ta (ta’dililu menahic el-medresiye)- okul müfredatlarının düzenlenmesi adıyla İslami terim ve kavramların özellikle tevhit, şirk, küfür, Yahudilik ve Hristiyanlıkla ilgili ayet ve hadislerin yumuşatılması ve dinlerin (!) aslının vahdeti üzerinde durulması için tv kanalları da dahil, yazarlara, akademisyenlere ve üniversitelere; Rand Corporation ve ABD fonlarından milyarlarca dolarlık tahsisatlar yapılmaktadır.

Ne için acaba?
"Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" söylemiyle neler söylenmek isteniyor?
Gençlerin artık din adamlarına ve dini kurumlara (Mesela; Türkiye’de Diyanet, tarikatlar ve İslami STK'ları kastederek) güvenmeyecekleri kararı ve hükmü neyin nesidir?

Gaye, gençliğin bir şekilde dinden uzaklaşmasıdır. Gençlerin güya dine ve ilim adamlarına güvenmeyip bundan sonra, daha çok devlete ve seküler kurumlara güveneceklerinin empoze edilip sosyal medyanın bunun için seferber edilmesi, deizm lehine propaganda edilen yeni ibadetsiz din (!) algısının oluşturulması içindir. Bugün bütün dünya devletleri ve hükümetleri neredeyse bu masonik şeytani planın bilerek ve bilmeyerek birer uygulayıcısı veya hamili durumuna gelmiştir.
Türkiye'de son en az beş-on yıldır deizmden söz edilmesinin ve şirin gösterilmesinin ardında; ABD, İsrail ve Yeni Dünya Düzeni denilen masonik, siyonist akıl yatmaktadır.
Aynı akıl ; "dinlerin artık toplum üzerinde ve özellikle gençlik üzerinde etkisini yitirdiği ve onlara yeni ufuklar açmadığı ve onlara bir gelecek vaat etmediği ve onları heyecanlandırmadığı” propagandasını yapmakta. Böylece gençlik, fiilen var olan yeni dünya düzeninin İslam topraklarını elimizden alması ve büyük Yahudi İmparatorluğu’nun kurulması ve Yehova’nın yer yüzüne inmesinden önceki savaşlarda kullanılacak askerler olarak hazırlanmış olacak. Müslümanların özellikle gençliğin, dinine, vatanına, ırkına, diline, ve tarihine mensubiyetini; deizm, sekülerizm ve liberalizmin büyüsüyle koparmak istiyorlar.

Gençlere yepyeni bir dünya ve daha geniş özgürlükler vaat ederek (dinden, aileden, vatandan, ibadetlerden ve geleneklerden) uzaklaştırmak için adeta hipnoz eden yeni dünya düzeni İslam’ı hiçleştirmek ve ucuz, eskimiş bir Arap kültürü olduğunu, özellikle bazı ilahiyat kökenli adamlarına söyletebiliyorlar.
Böylece önce zihinlerde İslam'ın bu çağda yaşanabilir bir din olmadığı yalanını sürekli gündemde tutuyorlar. Ardından İslam’ın bir hukuk nizamı olmadığı, Kur'an'ın Müslümanların bir devleti olması gerektiğinden söz etmediği düşüncesini canlı tutmaya çalışıyorlar ki, yeni dünya düzenine geçiş için kullanılan bir araç ve köprü olalım.

Bu düşünce ne Korona virüs öncesiyle, ne sonrasıyla ve ne de gençlerin dine karşı taşımaya başladıkları seküler anlayış ve sekülerizmle ilgisi olan bir şey. Bu bin yılı aşkın olan bir Mecusî, Batınî, Yahudi ve Nasranî projesidir. Bâtıni ve batıl kehanetlerine göre, bu yüzyıl onların yüz yılı olacaktır. Eğer biz Allah’a yeniden dönmez ve sahip olduğumuz imkanları İslam için seferber etmezsek dilediklerini başarabilirler.

(4)

İslam ülkelerindeki çatışmalar ve savaşlar üzerinden, emperyalizm ve “yeni dünya düzeni” denilen masonik ve siyonist yapılar ve onun dünya devletleri üzerindeki etkilerini konuşmak ve bu etkiyi kırmak yerine; "artık bundan sonra kimsenin dine ve dini kurumlara ve din adamlarına güvenmeyeceği, propagandasıyla gençliği ifsat eden hareketlere karşı lakayt kalıyoruz.
Kovid-19 karşısında bütün dünyanın yaşadığı korku ve bunalımı görmezden gelen bazıları da bunu fırsat bilerek Müslümanların imanına hakarete kalkışıyorlar. Üstelik bu da yetmezmiş gibi, insanların Allah’a iman edişine, ibadetlerine ve duaya saldırabiliyorlar.
İnsanları çoğu kez aciz bırakan ölümcül vakalar ve hastalıklar karşısında dinin hiç bir  şey yapmadığını, yıllardır insanları oyalayıp onları sömürdüğü tezini işlemeye başladılar.
Deprem, tsunami, yangınlar, bulaşıcı hastalıklar vb. felaketleri genelde insanların Allah’a isyanları, günahları ve küfürleri sebebiyle birer imtihan yahut azap olarak geldiğini Kur’an ve hadislerdeki haberlerin ışığında  Müslümanların değerlendirmeleri ve insanlara Rablerini hatırlatmalarına şiddetle düşmanlık ediyorlar.
Bu uyarı, Allah’a iman etmeyenlerin vicdanlarını sızlattığı ve bu acıyı yaptıkları kötülüklere ve işledikleri günahlara ve zulümlere bağlamaları seküler ve din düşmanı materyalist kesimin yüreklerinde acıya ve korkuya neden olduğu için, insanların ahireti ve hesap gününü düşünmelerine karşı inkârcı bir eleştiriyle kaşı çıkıyorlar. Allah'a iman edilmesine nefretle bakıyorlar.

İnsanları ve özellikle de gençlerin “artık dine ve din adamlarına güvenmedikleri, başlarına bir iş geldiğinde hemen devlete ve kurumlarına ve de bilimin şefkatli kucağına sığındıkları” tezini doğrulatmak ve zulümlerini örtmek için bu karalayıcı propagandaya başvuruyorlar.

Evet onlar, alemlerin rabbi Allah’a iman etmiyorlar. İnsanlığın büyük bir kısmı aç, sefil, yoksul ve zulüm altında yaşarken, bunu Allah’ın dünyada ve ahirette cezalandıramayacağını ileri sürerek Müslümanların dinlerinden dönmeleri için mücadele ediyorlar. Halbuki İslam, zulme ve adaletsizliğe karşı savaş ilan ederken bütün insanlığın vicdanı olarak hareket etmekte ve bütün insanlığı korumak adına bu savaşı vermekte. Zaten Muhammed Esed vb. Bâtıniler bu düşünceyi yıllardır bugünkü gençliğin, Allah’ın cennet ve cehennem ve hududuyla ilgili ayetleri hakkında milyonlarca insanın zihnini kuşkularla doldurdular.(Muhammed Esed’in Tefsir Meali’nden milyonlarca nüsha basılabilmiştir)

Allah’ı inkâr, bugünün meselesi değil ki. İnkâr ve küfür insanlık tarihi boyunca var olmuş olan bir gerçekliktir. Mesele özünde; Müslümanların Kur’an ayetlerini ve kıyamet alametleriyle ilgili nassları insanlara hatırlatma meselesi de değildir. Asıl Mesele, kurulmak üzere olan ve hakikatte temelleri atılmış olan yeni bir din üzerinde Yahudilere köle yetiştirmek isteyen bir ideoloji ve felsefe inşa etmektir. Bu düşüncelerini, bu dünya örgütünü, cehennemi emellerini ve planlarını gizlemek için materyalistleri, liberalleri hatta silahlı örgütleri bile destekleyerek dinleri ve özellikle İslam’ı hedef alıyorlar.

Burada Müslümanların bazı ürkütücü ve zarar verici felaketleri insanların günahlarına bağlamaları onları ciddî biçimde rahatsız etmektedir. Dolayısıyla inkâr edenler; kendi vicdanlarının sesini bastırmaya çalıştıkları gibi, insanların da vahyin haberlerine dönüp kendilerine çeki düzen vermelerini ve dinin insan vicdanı ve hayatı üzerindeki etkisini kırmaya çalışıyorlar. Batı liberalizmi, Marksist ve Leninist materyalizmi de yedeğine alarak böylece yeni bir dünya vatandaşlığı dini oluşturmaktadır.

(5)

Kovid-19 salgını yüzünden, virüse karşı hiç bir şey sunmayan dinlerin artık bir anlamının kalmadığı, diyalektiği üzerinden insanların artık bundan sonra bilime ve bilim kurumlarına daha çok güveneceğine dair söylemler, gerçekte masonların, ve evangelistlerin dünyayı adım adım Yahudilere teslim etme stratejisinin bir aracıdır. Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen'de akıtılan kan ve yapılan katliam karşısında susan liberaller ve materyalistler de şimdi kalkmışlar Müslümanlara hümanizm dersi veriyorlar.

Bizlere düşen; bu inkarcı ve insanı insana kul ve sömürgeci hırslarına köle eden sömürü düzenlerinin ve despotizminin, batılı ideoloji savunucularının, insanlığın gerçek düşmanları olduklarını ortaya koyup yüzlerindeki maskelerinin ardında nasıl korkunç bir vahşetin ve vandalizmin yattığını tüm insanlara göstermektir. Hakeza Batı medeniyeti dedikleri vahşetin Amerika kıtasının keşfinden sonra, Afrika’da, Asya’da, Filipin, Endonezya ve diğer ülkelerde yaptıkları katliamlarının ve kullandıkları kimyasal ve nükleer silahların insanlığa ne kadar büyük hizmet (!) olduğunu insanların gözleri önüne sermektir.

Bu nedenle, Prof. Demir'in ve İsmet Konuk'un farklı zaviyelerden kaleme aldıkları iki makale; gerçekten materyalistlerin ve liberallerin bu ülkede İslam’a ve Müslümanlara yönelik hangi stratejik, felsefî ve siyasî adımları attıkları hususunda öğretici bir niteliğe sahiptir.

Anlaşılan o ki, daha sıkça bu örneğin tekrarına ve bu konuda seslerin yükseldiğine şahit olacağız. Bu gidiş, bu projenin artık bugüne kadar kullandığı dilin ve dijital dünyada gençlerin üzerindeki yıkıcı, ifsat edici rolü daha da artarak devam edecek. Gençleri İslam'dan, geleneklerinden ve tarihinden koparmanın ve yeni dünya düzeninde masonların ve Siyonizm’in birer robotu kılmanın nasıl işlediğini böylece rahatlıkla görebiliriz. Bu projenin amacı, içinde Marksistler, Komünistler, Kur'ancılar, Bahaîler -tamamen sessiz kalarak ve görünmeyerek- olmak kadarıyla bu deistleştirme ve gençleri sekülerizmin tapınaklarında Siyonizm’e ve masonluğa hizmet ettirmektir.

Onun için önceleri bu virüsün özellikle yaşlılar üzerinde etkili olduğunu -gençlerin bundan çok etkilenmeyeceğini- yaydılar. Fakat proje şüpheler doğurmaya başlayınca, virüs sanki bunu duyup hata yapmış olduğunu anlamışçasına bu kez gençleri de yakalamaya yöneldi. Halbuki mesele bundan daha da vahim. Bu hain ve deccal dünya düzeni; bu gençlerin hemen hemen hepsini, oluşturmak istedikleri yeni dünya düzeninde (ki zaten kurulmuş ve BM, Unesco, DSÖ; DB, AB ve NATO üzerinde harıl harıl çalışıyor) kendi din kardeşlerine, devletlerine, ordularına karşı savaştırmak istiyor. Bunun için internetteki savaş oyunları, matrix vb. bilim-kurgu -isme dikkat edin "bilim" kurgu"- filmleri üzerinden öldürmeye ve yok etmeye ve sadece emredilmeye hazır hale getiriliyorlar. O nedenle, ailelerin çocuklarının ölürcesine kapıldıkları bu savaş oyunlarının onları yarının dünya ordusunda gönüllü bire katil -Allah göstermesin- olmaya hazırlamaktadır.
Bizim Ertuğrul, Diriliş ve Payitaht da gürleyip dursun.
Nereye götürülüyoruz, ne hükümet  ne de üniversitelerimiz bir şey söylüyor. Halbuki milyonlarca genç hızla uçuruma doğru yol almaktadır.

(6)

Yarın parlamento seçimlerinde Deistler, HDP, PKK, CHP; SP, Marksistler, Kur'ancılar, bilumum sol örgütler ve sapkın bazı dini hareketler on sekiz yaşını doldurmuş, birikimsiz deneyimsiz ve anarşist gençlerle ateist işbirliği yapacaklar. Prof. Demir’in makalesinden yola çıkarak bu sosyolojik, siyasî, ideolojik ve hatta jeopolitik yapının kurulmak üzere olduğunu söyleyebiliriz.

İşte Gezi, 6-7 Ekim 2014 hadiseleri ve kalkışmasıyla, 15 Temmuz 2016 kalkışması, LGBTİ hareketinin İstanbul Sözleşmesine sahip çıkması ve ahlaksızlığın zirve yapması, eşcinsel erkek ve kadınların alenen kimseden korkmadan güçlü bir öz güvenle İstanbul sokaklarını binlerce eşcinselle doldurmasına rağmen, parlamento, hükümet ve milletvekilleri, Diyanet İlim adamları ve üniversitelerden ve güçlü dini cemaatların ve tarikatların liderlerinden -çok küçük bir istisna- hariç- bunu kınayıcı ve tehlikesine işaret edici, insanları ve de Müslümanları uyarmak için sadra şifa güçlü bir ses göremedik. Bu fakirin bu vesileyle yazdığı yazılar yüzünden defalarca sayfaları askıya alınıp kilitlendi. Peki, o zaman İslami medya, sosyal iletişim siteleri ve akademik kimlik sahibi Müslüman ilim adamlarına ve gazete yazarlarına düşen nedir? Onlara düşen, yeni dünya düzeni denen ve dünyanın kanını emen Siyonist ve Evangelist Masonik hareketlerin kullandıkları araçları ve öncüleri tanımak ve onları deşifre etmektir.

Türkiye’de ve bütün İslam ülkelerinde Müslümanları ve de gençleri dinlerinde şekke düşürmek ve kalplerine şüpheler sürükleyici yazılara, TV programlarına ve sosyal medya programlarına ağırlık veriyorlar.

Materyalistlerin, liberallerin ve laiklerin, Müslümanların Korona virüsü (Kovid-19) karşısında -tıbbın ve bilimin rolünü, araçlarını ve tedavi yöntemlerini inkâr etmemelerine ve tarihte tıbbın lideri ve üstatları olmalarına rağmen- duaya sarılmalarını, sadaka verip cami minarelerinden ezan ve salavat getirmelerini hazım edemeyip başlattıkları İslam düşmanlığının ardında; Siyonist, masonik liberal ve materyalist hareketler (Sol sendikalar, PKK vb) ve ideolojilerin savunucuları duruyor. Müslümanların, Türkiye'de Gezi'nin ve 6-7 Ekim azgınlığının intikamını almak isteyen siyasî bir yapılanmanın nasıl çalıştığını görmesi gerekiyor. Müslümanların, bu habis, tahkir ve istihza eylemlerine karşı İslam’ın haysiyetine yakışır bilimsel bir tavır göstermesi gerekir.
İslam, bütün kâinatın varlığını Allah’ın varlığı ve O’nun yaratmasıyla sebeplendirir. Bize göre canlı olmayan ve 1 cm’nin 1 milyonda biri kadar bir büyüklükte olan bir virüsün milyarlarca insanı nasıl meşgul ettiğini ve verdiği zararları telafi etmek için insanın ne kadar büyük çabalar sarf ettiğini hepimiz görüyor ve duyuyoruz.
Kovid-19 ve aşısı konusunda Müslümanlara hakaret edenlere deriz ki; eğer -akıl- doğanın yarattığı(!) bir şeyse, neden bütün insanlar bu temel karakterde ve imkânda farklıdırlar? Gözle görülmeyen virüsün varlığına inanmakla aklın varlığına inanmak ya da inanmamak arasında nasıl bir benzerlik ve aykırılık vardır?
Biz Müslümanlar olarak, yerlerin ve göklerin Allah tarafından yaratıldığını ve Allah’ın insanı kendi dininin ve vahyinin halifesi kıldığını ve ona kendisini ve kainatı tanıyacak akıl denen bir nimet verdiğini kabul etmiş bir milletiz. Zira hiçbir şey onu var edenden daha üstün ve üstün bir kudrete sahip değildir. İşte Müslüman burada kâinatı felsefi olarak en doğru tanımlayan insan olmaktadır. Yani bilim dediğimiz olgunun ve gerçeğin dışına taşmadan, hiçliğe ve tesadüfe aklını kaptırmadan iman etmek.

(7)

Biz Müslümanlar, Allah’ın en yüce kudret ve ilim sahibi olduğuna iman ediyoruz. Rasuller ve nebiler bize bu yüce kudret ve ilim sahibinin Allah olduğunu ve bütün kainatı O’nun yarattığı aklın tabiatına uygun bir biçim ve vesilelerle açıkladık.

Bir gün Allah’ın varlığına inanmayan bir topluluk İmam Şafiî’ye;
“Bir yaratıcının olduğuna deliliniz nedir diye sorar. İmam Şafiî der ki; bunun en açık misali dut ağacının yapraklarıdır. Bu yaprakların hepsinin tatları aynı, kokuları aynı, yapıları aynı değil mi? Evet dediler. Oysa ki ipek böceği onu yer onun yediğinden ipek olur, ondan bal arısı yer ondan bal olur, koyun yer ondan kıl olur, inek yer ondan süt olur, ceylan yer ondan misk olur. Bir düşünün, aynı dut yaprağından bütün bunu kim var etti? Bu onların hoşuna gitti ve on dokuz kişi birden Müslüman oldular.” (Tesfir er-Razî: c.2,s.333)

Düşünelim...
Bir insanın bir atomun yaratılması için gereken ilim, güç ne kadar olmalıdır sizce? Üstelik yoktan var edilecek. Bilim burada insan aklı ve teknolojisi de burada. Atomun hacmi, büyüklüğünü ve boyutlarını tespit edebilen bilim, bu yaratılışın nasıl olduğunu zaman ve mekanını ve yaratanı yani "yok iken" ilk kez var eden hakkında konuşmak istemez mi?
Onun için materyalistin kendisine şu soruyu sorması gerek; benim atomu ve atom altı parçacıkları keşfedip bulabilmem neyin nesidir?
Benim dışımda olan bu akıl almaz kâinatta, ben hangi sebeple ve seçimle bu kadar akıllı oldum? Kâinatı ve şeylerin en küçük yapı taşına kadar sahip olduğumuz bilgileri bilmem için kim önünü açtı ve neden bunları bilebiliyorum diye kendisine bir sorması lazım değil mi?
Tabiri caizse bütün kâinatı var eden yaratıcının aklımıza nispeten ilmi veya bilgisi, kudretimize nispeten kudretinin ne olduğu üzerinde neden hiç düşünmüyoruz?
Bir atomun çekirdeğinin çapının 10 üzeri -13 olduğunu düşünürsek, bunun nasıl var olduğunu ve bunu yaratan kuvvet ve kudret sahibinin ilmini bir düşünün.
İnsan bedenindeki bir tek hücrede, koca samanyolunda bulunan yıldız sayısının 100 katı yani 200 trilyon atom bulunmaktadır.
Bir insan vücudunda 100 trilyon hücre bulunmakta olduğunu bu gün bilim adamları biliyor. Artık bundan sonra bir insan bedeninde kaç atom olduğunu siz sayın.
Kâinatın bir sahibi olmadığını ve Allah inancının saçma, çağdışı olduğunu söyleyenlere sorun; -bundan binlerce yıl önce de Allah'ı inkâr düşüncesi vardı, peki o günün inkârının da bugün için çağdışı- olduğunu söyleyebilir misiniz?
Hayır, buna cevap vermek işlerine gelmez, çünkü burada akıl sağlıklı düşünmeye başlayacak. Akıllarının sağlıklı düşünmemesi ve Rabbini bulmaması için bir şey onların Rablerine yönelmesine engel olup onu Allah’ın yarattıklarıyla meşgul edip sonra ölümle ve yok olmayla baş başa bırakıyor.
Atomun çapını ve ağırlığını bulan insan, nasıl oluyor da bu kadar muazzam bir bilginin, düzenin nasıl ve hangi hikmetle var olduğunu düşünmek istemez? İşte bu soruya yine bilim cevap versin.
Bilim aslında onlara Allah’ın var olduğunu, var olan şeylerin her zerresinde anlatmaktadır. İnsan vücudundaki 1 tek hücrenin atom sayısının bile tesadüfen bir araya geldiğini söyleyebilmek için nasıl bir tesadüften ve ihtimalden söz edebiliriz?
Edemezler çünkü bu ihtimallere ne akılları erer ve ne de bunu niteleyebilecek bir terim bulabilirler. Tek bir hücreyi geçelim. İnsan bedenindeki 200 trilyon hücredeki atım sayılarının nasıl meydana geldiği ve nasıl ve ne kadar bir zamanda yaratıldığı ve bunun için ne kadar enerjiye ve zamana ihtiyaç duyulduğuna dair bir şeyler söyleyebilir miyiz?
Bir de bütün kâinatın yaratılışı hakkında bu soruyu sorduğumuzu düşünelim, buna verecek bir cevabımız var mı?
Aklın vereceği cevap, sadece ve sadece Allah’a imandır. Eşyanın varlığı ve var olmasının tabiatına en doğru cevap bu olacaktır. Zira Allah bütün kâinatı insanın hizmetine sunmuştur, Kur’an tabiriyle “musahhar kılmıştır”

Kovid-19 sebebiyle İslam’a ve Müslümanlara tiksindirici ve sefil saldırılarda bulunanlara diyeceğimiz; tevbe  edin ve Allah’a iman edin ki bu uçsuz bucaksız kainatın yaratıcısı ve varlığı hakkındaki çıkmazlarınızdan ve nefsinizin kibrinden kurtulun ve bütün insanlığa merhametle bakın ve kainatın söylediklerine kulak verin ve Müslüman olarak ölün.

Kur’an’da Allah’a şirk koşan Mekkeli müşrikler şöyle demişlerdi:

وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ
“Ve dediler ki: Ne ki o, o ancak -yaşadığımız-dünya hayatıdır, ölüyor ve diriliyoruz. Biz ancak zaman helak ediyor -öldürüyor-halbuki onların buna dair hiç bir bilgileri yok, onlar ancak zannediyorlar” (Casiye:24)
Mehmet Emin Akın
03.04. 2020
08.40

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2019 Referans Medya | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0543 861 19 89